HOŞ GELDİNİZ

FİKRET ÇAĞLAYAN
BAŞARI STRATEJİLERİ
KALİTE GURULARI
SENDİKAMIZ
TAKIM RUHU
İŞLETME-YÖNETİM
KRİZ YÖNETİMİ
İ.S.İ.G.
İZ BIRAKANLAR
HALKLA İLİŞKİLER
ERGONOMİ
ALIŞKANLIKLAR
ETKİLİ İNSAN OLMAK
ÖYKÜLER
BİLGİ ÇAĞI
KİTAP KÖŞESİ
ÇEVRE
YÖNETİM BİLİMİ
VERİMLİLİK
PERFORMANS
TOPLAM KALİTE
ZAMAN YÖNETİMİ
BİLGİ TOPLUMU
İLETİŞİM
DAHA İYİ YAŞAM
GÜZEL SÖZLER
SEKRETERLİK
KATİL YÖNETİCİLER
İŞ YAŞAMI
LİDERLİK
LİDERLİK YASASI
PROBLEMLER
BEYİN FIRTINASI
BİZ KÜLTÜRÜ
DEĞİŞİM
METOD
KİŞİSEL GELİŞİM
DEPREM KÖŞESİ
ERDEMİR
ÇALIŞMA HAYATI
YENİ EKONOMİ
VİZYON
ATATÜRK KÖŞESİ
İNSAN KAYNAKLARI
BİLGİ YÖNETİMİ
MOTİVASYON
STRATEJİK YÖNETİM
LİNKLER
KAYIP İLANI
ÜNİTEMİZ
İNSAN İLİŞKİLERİ
YETKİ DEVRİ
EĞİTİM-BİLİM

Ana sayfa

BİLGİ ÇAĞI


5 Haziran 2000'de ABD Ticaret Bakanlığı'nın yayımladığı Sayısal Ekonomi 2000 (Digital Economy 2000) Raporunu, ABD Başkan Yardımcısı, ve yeni başkan adayı Al Gore basına şöyle sundu: "Biz gerçekten yeni bir ekonomi içerisindeyiz - itici gücünü enformasyon, araştırma, bilgi ve teknolojiden alan bir ekonomi. Bugün yayımlanan bu rapor, her şeyden önce, insanımızın üretici kapasitesine değer veren bir ekonomi gerçeğini vurguluyor."
Bu iki cümle, Bilgi Çağı'nın da önde gelen niteliklerini ortaya koyuyor, olası yanlış algılamaları önlüyor. Olayın sadece teknoloji, e-ticaret ve küreselleşme olmadığını, araştırma (yani bilimsel yöntemlerle bilgi üretmek) ve bilginin kendisi gibi iki önemli boyutu daha olduğunu, hatta bunların hepsinin üstünde yetenekli işgücünün üretken çalışmasının, yani insan boyutunun olduğunu belirtiyor. Bunları Al Gore'un ağzından aktarmamın nedeni, teknoloji konusunda dünya önderi olan bir ülkenin en yetkin ve etkin bir sözcüsünün, Bilgi Çağı'nın bu önemli boyutlarını vurgulamış olmasına dikkat çekmektir.
KAVRAMLAR VE TANIMLAR
Türkiye dışındaki OECD ülkeleri ve AB ülkeleri Enformasyon Çağı, Enformasyon Devrimi ve Enformasyon Toplumu kavramlarını kullanıyor. Bunun temel nedenini anlamak için şu soruyu sormak gerekir: Yeni bir çağdan söz etmek için bir devrim olmuş demektir; bu devrim nedir? Herkesin anlaştığı bir yanıt var: Enformasyon ve İletişim Teknolojilerinde (EİT) devrim niteliğinde yenilikler olmuştur. Bunlar, mikroelektronik temelli bilgisayar, telekomunikasyon, ve ağ teknolojileridir. Yani, devrim, enformasyon edinim süreci ve ortamında olmuştur. Dolayısıyla, Enformasyon nitelemesi daha doğrudur. Bu bir iddia.
Öte yandan, enformasyon sürecindeki bu devrim, bu süreci kullananların iş, yaşam ve ekonomisinde de devrim niteliğinde yeniden yapılanmalara neden olmuştur. Bu yeniden yapılanmaları hem zorunlu kılmıştır, hem de mümkün. Çağımızın ayırt edici bir niteliği, özelliği olarak herkesin katıldığı bir gerçek de şudur: Tüm üretim ve ekonomik faaliyet alanlarında bilim ve teknolojinin rolü giderek artıyor; dolayısıyla bilginin değeri artıyor. Bu nedenle de, bilgiye dayalı ekonomi (yani Yeni Ekonomi veya Bilgi Ekonomisi) ve bilgi yönetimi kavramları ortaya çıkıyor. Bu gelişmelerin sonucu, sanayi toplumunun evrildiği topluma Bilgi Toplumu, sanayi çağının evrildiği çağa da Bilgi Çağı denebilir. Bu da diğer öne sürülen görüş.
Bunlardan birisine doğru öbürüne yanlış demek mümkün değil. Bir semantik tercih söz konusu. Benim tercihim ikincisidir, dolayısıyla bu yazıda Bilgi kelimesini kullanıyorum.
Ayrıca, olaya sadece ekonomik veya teknolojik açıdan bakmak yerine, toplumsal kültür ve yaşam açısından, bilimin önemi açısından da bakınca, Bilgi Toplumu ve Bilgi Çağı kavramları daha da ayırdedici ve açıklayıcı gibi görünüyor. Diğer bir neden de, "bilgi"

kavramı şu anda Türkiye'de yerleşme yolunda. Örneğin bu yazının yazıldığı sıralar, TBMM'de iki yeni yasa önerisi var: "Açık Ağlarda Bilgi Güvenliği ve Ulusal Bilgi Güvenliği Teşkilatı ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı" ve "Bilgi Toplumu Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı."
Dolayısıyla, bu yazıda, ayırdetmek çok gerekli olmadıkça, hem bilgi hem de enformasyon için "bilgi" kelimesini kullanıyorum.
BİLGİ ÇAĞI'NA GİRMEK
Bilgi Çağı'nı tanımlamak yerine, bir ülkenin Bilgi Çağı'nda yer almış sayılabilmesi için, bir toplumun Bilgi Toplumu'na geçmiş olabilmesi için, o ülkenin ve toplumun neleri gerçekleştirmiş olması gerekir sorusunu daha anlamlı buluyorum. Üç ayırdedici özellik ön plana çıkıyor:
1. Hem bireysel ve toplumsal yaşamın tüm boyutlarının, hem de tüm sektörlerdeki ekonomik faaliyetlerin temel ortamı, EİT'nin oluşturduğu "ağ"lardır.
2. EİT kapsamına giren donanım, yazılım, içerik ve hizmetlerin üretim ve uygulamaları hızlı ekonomik büyüme için tüm sektörlerin itici gücüdür.
3. Genel olarak bilgi üretimi (bilimsel araştırma ve geliştirme), özellikle de ileri jenerik teknolojilerde bilgi ve teknoloji üretimi için gerekli altyapı ve insangücü kapasitesi güçlüdür.
Birinci özellikte, "ağ" terimi sadece altyapı donanımını değil, bu donanım üzerinde yer alan içerik ve enformasyonu da kapsamaktadır. Ağın yaygın kullanılabilmesi, yani talep yaratılabilmesi için, bireysel, toplumsal ve ekonomik yarar ve katma değer sağlayan içeriklerin Türkçe olarak geliştirilmiş olması gerekir. Örneğin, İngiltere'de kişi başına internet kullanımı Fransa'dakinin iki katının üstündedir. Bunun önemli bir nedeni, ağ üzerinde erişilebilen İngilizce içerikli bilginin çok daha fazla olmasıdır.
Ayrıca, yukarıdaki birinci özellik, bireyin (örneğin, bir tüketici veya bir seçmen olarak) ve toplumun (örneğin bir sivil toplum kuruluşunun veya bir kamu kuruluşunun) her türlü faaliyetini ağ üzerinden sunabilme ve yapabilme olanak ve yeteneğini de vurguluyor.
İkinci özellikte kullanılan "üretim" sözcüğü üzerinde görüş farkları olabilir. Sadece "pasif kullanıcı ve uygulayıcı" olmanın, bu sayede büyük ekonomik sıçramaların mümkün olabileceği iddia edilebilir. Bunun doğru olmadığının en önemli örneği ABD'dir. 1994 yılına kadar Amerika'da "üretkenlik (prodüktivite) paradoksu" (productivity paradox) denen bir kavram tartışılırdı: EİT teknolojileri bu kadar yaygın kullanıldığı halde, neden üretkenlik artmıyordu? Nobel kazanmış ünlü MIT ekonomi profesörü Robert Solow "bilgisayar istatistiklerini, üretkenlik hariç, her yerde görüyorum" sözleriyle durumu özetlemişti. Derken, 1973-1994 arasında, Amerikan ekonomisinin %1.4 olan üretkenlik artışı, birden ikiye katlandı ve 1995-1999 arasında %2.8'e çıktı. Buna paralel olarak, EİT teknolojileri imalatında üretim artışı 1990'ların başında yılda %12 iken, 1994-99 arasında bu teknolojilerdeki imalatta üretim artışı yılda %40'a sıçradı. Dolayısıyla, ülkenin hızlı ekonomik büyümesinin en önemli nedeni, ABD gibi hizmet sektörünün egemen olduğu bir ekonomide bile, imalat sektörüdür, üretimdir. Özellikle de EİT imalatıdır.
Yine ikinci özellik ile ilgili vurgulanması gereken bir diğer önemli konu, EİT'nin bir yatay teknoloji olarak tarımdan tekstile kadar, turizmden makine imalatına kadar tüm sektörlerde hızlı büyümenin temel itici gücü olması gerçeğidir. Dolayısıyla, sadece ileri teknolojilerin üretildiği sektörler değil, tüm sektörler EİT kullanımında çok önemli yararlar sağlamaktadır.
Üçüncü özellik ise, bir ülkenin yeni teknoloji geliştirebilme ve bu yönde araştırma yapabilme yeteneği ile ilgilidir. Burada da en önemli unsur, yetenekli ve bilgili insangücüdür. Yakın zamana kadar ekonomik büyüme modellerine sadece iki fiziksel girdi dahil edilebilirdi: sermaye ve işgücü. Dolayısıyla da ekonomi politikaları bu iki girdi üzerine inşa edilirdi. Bilgi, teknolojik gelişme gibi önemli unsurlar bilinir, fakat bunlar kontrol edilemez değişkenler
olarak görülürdü. Nasıl yağmur yağması tarımı olumlu etkilese de, kontrol edilemez bir unsur olduğu için bir "yağmur politikası" geliştirilemez, bilgi de benzer bir şekilde görülürdü. Öte yandan, bilginin giderek artan önemini de göz ardı etmek mümkün değildi. İşte bu sırada, 80'li yılların sonuna doğru Stanford ekonomi profesörü Paul Romer yeni ve çok önemli bir

kuram geliştirerek, bilginin de ekonomik modellere bir girdi olarak girmesini sağladı. Bu sayede, bilginin ekonomiye en az sermaye kadar önemli katkıda bulunduğunu hesaplamak mümkün oldu, ve bilgi politikaları geliştirmenin kuramsal temeli de kurulmuş oldu.
Ortaya Yeni Ekonomi veya Bilgi Ekonomisi adı altında çıkan yeni ekonomik anlayışın altında bilginin ekonomide önemli bir itici güç olduğu gerçeği yatar. Basında veya popüler konuşmalarda yer aldığı gibi, Yeni Ekonomi sadece e-ticaretin veya Nasdaq'da işlem gören şirketlerin ekonomisi değildir.
POLİTİKALAR
Ülkeler, özellikle ekonomide ileri konumda olan ülkeler hızla ve sürekli olarak, Bilgi Toplumu olabilmenin tüm boyutlarında politikalar geliştirme çabası içerisinde. Bu çabalar hakkında genel bir fikir vermesi amacıyla, farklı ülkelerin stratejilerinin bir özeti aşağıdaki tabloda verilmiştir.
AB'ye girme yolunda ilerlemek isteyen Türkiye için, Avrupa Komisyonu'nun şu sıralar üzerinde çalışmakta olduğu ve eAvrupa (eEurope) adı altında özetlenen çalışma üzerinde durmanın önemli olduğunu düşünüyorum.
Avrupa Komisyonu'nun 8 Aralık 1999 toplantısında görüştüğü "eAvrupa - Herkesi Kapsayan bir Enformasyon Toplumu" (eEurope - An Information Society for All) başlıklı bir ileti ile konuya girdi. Daha sonra geliştirilen raporlar, 13-17 Mart 2000'de toplanan Avrupa Parlamentosu dahil, çeşitli platformlarda tartışıldı ve hala tartışılmakta.
EAvrupa girişiminin üç somut amacı var:
1. Her yurttaşı, evi, okulu, işyerini,ve kamu kuruluşunu internete bağlamak, ve ağ üzerinde çalışabilmesini sağlamak
2. Bilişim okuryazarı (digitally literate) ve girişimci bir Avrupa yaratmak
3. Enformasyon Toplumu'nun tüm toplumsal kesimleri kapsamasını sağlamak
Eylem planı olarak da on tane öncelikli alan seçilmiştir.
1. Yaşam boyu eğitimden araştırmaya dönük eğitime kadar, eğitimin her boyutunu kapsayan iddialı, kapsamlı ve somut programlar uygulamak
2. Internete ulaşımı ucuzlaştırıp yaygınlaştırmak.
3. E-Ticaretin gelişmesini hızlandırmak
4. Araştırmacılar ve öğrencilerin kullanımı için hızlı internet bağlantısı sağlamak
5. Elektronik erişimde akıllı kart kullanımın yerleştirmek
6. İleri teknoloji üreten KOBİ'ler için risk sermayesi geliştirmek
7. Özürlülerin internete erişim ve kullanım olanaklarını geliştirmek
8. Kaliteli ve yaygın olarak erişilebilir bir sağlık sistemi için gerekli EİT altyapısı ve ağlar geliştirmek
9. Akıllı ulaşımı geliştirmek
10. Kamu hizmetlerini yurttaşların ağ üzerinden yapabilmesini sağlamak
Burada iki noktaya dikkat edilmeli. Birincisi, adı üstünde, bu bir eAvrupa girişimidir, yani kapsamı elektronik-Avrupa ile, Bilgi Toplumu'nun sadece bir altyapısı ile sınırlıdır, tüm boyutlarını kapsamak iddiası zaten yoktur. Dolayısıyla da ağı kullanma ve ağa ulaşım konuları daha ağırlıklı olarak yer almaktadır.
İkincisi, her ne kadar Türkiye'nin de AB uyumlu politikalar geliştirmesi gerekliyse de, her politikanın ve stratejinin ulusal çıkarlar ve uygunluğu açısından tek tek ve özenle değerlendirilmesi yapılmalıdır. Nitekim, AB üyesi ülkelerin çoğu kendine özgü girişimleri ve politikaları belirlemektedir. Örneğin, Almanya'nın "Germany goes online" (Ağ üzerinde Almanya), Ingiltere'nin "Information age Government" (Enformasyon Çağının Hükümeti), Fransızlar'ın Interneti regülasyon girişimi gibi farklı vurgulamalarla farklı stratejiler Avrupa ve diğer tüm iddialı ülkelerin gündeminde şu anda. Hemen her ay bir ülkenin önemli bir girişimi veya politikalar dizini yayımlanmakta.

Doç.Dr. Osman Coşkunoğlu
ODTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü






BİLGİ ÇAĞI VE YETİŞKİN EĞİTİMİ


Birçok düşünür ve yazar, bitmekte olan 20. yüzyılın sonuna ve önümüzdekinin ilk yıllarında “Bilgi Çağı”, “İletişim Çağı” gibi isimler vermektedir. Bu konuda daha değişik görüşler de ileri sürebilir, ancak gerçek zamanımızın bu diliminde geçmişteki bölümlere mukayese edilemeyecek kadar fazla yeni bilgilerin oluştuğu, ve en önemlisi iletişim devri ile bu bilgilere dünyanın her yerinden hemen hemen aynı anda ulaşabilir olmasıdır.
İşin diğer önemli yanı, birçok yeni bilginin üretilmesi değil, eldeki bilgilerin çok kısa zamanda sona ermiş olması, demode haline gelmesidir. Bilginin yer aldığı teknolojiyi düşünün. Bugün, mucize diyebileceğimiz elektronik aygıt, milyonlar ödeyip evinize koyduktan bir hafta sonra, gazete veya dergide okuduğumuz yeni bir teknolojinin gerçekleşmesiyle demode hale gelmektedir. Tıp alanına bakın, daha geçen yıl ayrı bir özellik taşıyan ülser tedavisi, virüsünün keşfedilmesi ile gülünç hale geliyor, ve antibiyotik tedavisi ortaya çıkıyor. Yönetim alanına göz atın; birkaç yıl evvel ciltler dolusu yazılımları olan, sistem yaklaşımı, amaçlara göre yönetim anlayışları, bugün yönetim konusunda tarihsel bir gelişim bilgisi olarak anılmaktadır. Birçok düşünür ve yazar, bitmekte olan 20. Yüzyılın sonuna ve önümüzdeki yıllarına”Bilgi Çağı”, “İletişim Çağı” gibi isimler vermektedir.
Tüm bunları anlatmamım tek nedeni, zamanımızda bilginin her gün değiştiği ve tek bir günü dahi ilgisiz olarak geçirdiğimiz bir anda dünyanın ve bilimin gerisinde kalacağımız gerçeğinin göz önüne serilmesidir.
Konunun ikinci boyutu, bu bilginin edinilme şeklidir. Benim kişisel yaklaşımım, ilk ve orta öğretiminin kişiye temel bilim yaklaşımı ve sistematik öğrenme alışkanlığını kazandırdığı, yüksek öğretimin ise bu kişiye bir mesleğin temel bilgi tabanını oluşturduğu şeklindedir. Öğretim müesseselerin özelliğinin ise, bu bilgileri bilimsel bir öğretim usulü ve düzen içerisinde vermiş olmalarıdır. Örneklersek, eğer öğretim kuruluşlarının fonksiyonunu bu şekilde anlamazsak, kitapçıdan 180 kitabı alıp okuyan kişi ile, bir öğretim kurumunda belki 50-60 kitabı okuyup tartışan, ve sınavlarla katılmayan bir öğrenci arsında fark olmayacaktır. Tabi burada, bu savla ilgili detaylı tartışma yapmaya zamanımız bulunmamaktadır, amacımız bilgi çağında sistemli bir öğretim için yüksek öğrenim kurumlarına da görev düştüğünü ve bilgilenme için öğretim için yüksek öğrenim kurumlarına da görev düştüğünü ve bilgilenme için öğretim kuruluşlarından yararlanmanın bir gereksinim olduğunu ortaya koymaktır.
Belirttiğim bu genel çerçeve içersinde bilgilendirme konusunda Türkiye de bugün neredeyiz? Soruyu basitleştirmek ve daha somut bir hale getirmek için burada profesyonel bir yöneticiyi --- veya bir anlamda bir girişimciyi --- ele alalım. Bu kişiler teknik bir dalda öğretimini tamamlamış kişilerdir. Bunlardan bazıları hatta genel olarak işletme dalında lisans üstü eğitim --- master --- yapmışlardır. Bu durumları ile, genel olarak erkek kişiler askerlik lerini bitirdikten sonra ortalama olarak 25-30 yaşlarında iş hayatına başlamaktadırlar. Bu kişiler ortalama 40 yaşlarında çeşitli işletmelerde yönetimin yüksek yerlerinde görev almakta veya bir işletmenin sahibi olmaktadır. Öyleyse işletmelerin yönetiminin elinde bulunduran bu kitle, eğer üniversite bitirme yaşını 23-25 kabul edersek, eğer bir master programını da katmadıysa yaklaşık 15 yıldır sistemli bir öğretimden veya sistemli bir bilgi ediniminden uzak kalmaktadırlar. Etrafımıza bakarsak, yönetim kadrolarımız bunu doğrulamakta değil midir?
Bu kişiler, bu durumdan rahatsızlık duymamakta mıdır? Duymuyorlar da diyebilirsiniz, ben duysalar ne yapabilirler diye soruyorum. Üniversitelerin büyük kısmında yüksek lisans programları, sadece akademisyen yetiştirmek için dikkate alınmış, devam mecburiyetleri, sınavlar gibi barajları kişilerin önüne engel koymuşlardır. Özellikle teknik dallarda kalıplaşmış bu durum, yönetim dalında biraz olsun son yıllarda alternatifleri ortaya koymuştur, bugün özel üniversiteler ve devlet üniversitelerinin çoğunda çalışan bir kişinin akşamları veya hafta sonu takip edileceği yüksek lisans


programları sunmuşlardır. Bu durumu ile yöneticilerin kendileri bir ara yenilebilecekleri bir olanak olmuş, belki de 30-40 yaş arası bir derecede kurtarılmıştır. Pekala, sonrası?
Diğer bir konu da bu kişinin her zaman belirli programı--- akşam veya hafta sonu olsa da--- takip etme şansı olabilir mi? Özel üniversitelerin bu programlarını ödeyebilecek koşullara sahip olabilir mi? Bu sorun yurt dışında birçok ülkede , ‘” diskance education – uzaktan eğitim “ şeklindeki programlarla bir ölçüde giderilmektedir. Sistem , bu gün bizim Açık Öğretim eğitim programı şeklinde yürütülmektedir, yani kişiye kaynaklar sunulmakta, onun kendi elverişli zamanı ve planlamasına göre bu kaynakları okuyarak gelişimi istenmektedir. Bu programlar lisans tamamlama, lisan üstü eğitim yanında doktor seviyesine kadar çıkarılmaktır. Amaç kişiye sürekli bir akademik danışmanlık altında, yeni kaynakları sistemli olarak sunma, ve onu izlemedir. Kişi böylece gereksinimine göre çeşitli dallarda akademik bir yönde bilgi edinimini de sağlayabilmektir. Özellikle internet iletişiminin geliştiği günümüzde bu kaynaklara ulaşım, akademik otorite ile iletişim çok basit hale gelmiştir. Eğer siz bilgiye açık iseniz, kolaylıkla size yol gösterecek bir otoriteye ulaşmış oluyorsunuz, bir müddet sonra tekrar danışarak kendinizi yeniden yenilemiş oluyorsunuz.
Konuyu ben bu şekilde özetlemek istiyorum; günümüzün bilgi çağında hepimizin sürekli eğitime gereksinimi bulunmaktadır, bunu yapamayan kişi demode, hatta kısa zaman sonra hurda kişidir. Sürekli eğitim için, araştırmacı meraklı olmak veya sadece okumak yeterli değildir, bunu mutlaka sistematik şekle sokmak gereklidir, aksi takdirde 180 kitabı okuyup entelektüel olan, ancak bir tahsili bulunmayan kişiye dönüşebiliriz. Hergün kendisinin eğitimi için bu düşünceye inanmayan ve buna zaman ayırmayan kişinin, gelecekte başarı şansı kalmayacaktır. Bilgilenme için bu sistemli öğretim yeterli değildir, bu öğretim o kişiye diğer kaynaklara ulaşım ve o kaynakları anlayabilmek için sadece temel bilgi tabanı sağlayacaktır.
Türkiye ne yapmalıdır? Yanıtı ciltler doldurabilecek bu soruyu, ben kısaca şu savlarımla şekillendireceğim. Öncelikle, bilimsel ve öğretim kuruluşlarımız, süratle en yeni bilgi kaynaklarına kavuşmalıdır; bugün üniversite ve enstitülerimizin kitaplarında en yeni kitap ve kaynaklar 1980 lerin basımlarıdır. Yani hurdalık daha kaynakta olmuştur. İkincisi, yüksek öğretim bir an önce diploma alma ve bunun için bir yarışma hedefi olmaktan kurtarılıp, herkese açık bir sistemle bilgi edinme, danışma merkezi haline getirilmelidir. Somut ifade ile, herkesin her istediğine ulaşabileceği açık öğretimler ve programlar yaygınlaşmalı ve teşvik görmelidir. Liseyi bitiren çocuklar, mutlaka bir üniversiteye gireceğiz diye, dershane ve sınav yarışlarında sarfettikleri gayret ve zamanı daha çok bilgi edinmeye yönlendirebilmelidir, amaç bir üniversite veya şu üniversite değil, sürekli üniversite okumak olmalıdır. Zaman üniversitelerde sıralarda oturarak değil, üretimde harcamalı, kişi üretim zamanı dışında kişisel zamanını bilgilenmeye açmalıdır.
Ben geleceğimizin yöneticisinin, kartvizitinde bir doktor ünvanının yetmeyeceğini, kişinin öz geçmişinde öğretim kısmının, sonu açık olarak bırakılmış, bir dalda öğretimin devam ettiği, hangi dallarda yüksek lisans, hangi dallarda doktora yaptığını anlatan bir şekle dönüşeceğine; bunlara rağmen bilgi açlığı hisseden kişiler olacağına inanıyorum.

Tayfur Keskin,

1948- İstanbul doğumlu.
A.Ü. İşletme fakültesi mezunu, Gebze İleri Teknoloji Enstitüsünde Genel İşletme dalında Yüksek İhtisas ( MBA ), California Coast Üniversitesinde İş İdaresi konusunda Doktora (DBA)
1979-1980 yıllarında ABD de komuta ve kurmay kolejini bitirmiş, 1982-1985 yıllarında Brüksel de NATO Uluslararası Karargahta görev almıştır.
Halen pazarlama ve organizasyon konularında eğitim desteği sağlayan uluslar arası bir firmanın yöneticiliğini yapmaktadır.
Özellikle yönetim, yönetimde globalleşme, liderlik ve çok katlı pazarlama konularında uğraş vermekte olup bu konularda çevirileri ve makaleleri bulunmaktadır.
İngilizce bilir, evli ve iki çocuk babasıdır.



BİLGİ ÇAĞININ : ÖĞRENEN ORGANİZASYONLARI


İşletmeler İçin Öğrenen Bir Organizasyon Yaratmak Çoğu Problemin Çözümümüdür?
'Öğrenen organizasyonlarda ideal olarak kurumdaki konumu,mevki yada hizmet süresi ne olursa olsun her birey öğrenme yoluyla sürekli olarak kendini geliştirecektir. Yani her gün bir önceki güne göre daha iyi olmaya çalışacaktır.'
21. yüzyıl bilindiği gibi bilgi ve teknoloji asrıdır. Bu asırda şirketlerin devamlı kendini yenilemesi ve geliştirmesi gerekmektedir ki hayatta kalabilsin. Bu asırda nasıl olacakta şirketler hayatta kalacaklar? Sorusunun cevaplarından biriside “Öğrenen Organizasyon” dur. Çünkü öğrenen organizasyon günümüz bilgi çağını karakterize eden bir kavramdır. İşletmelerde ilk başlarda öğrenme olayı personelin eğitim ve geliştirilmesi için yapılan faaliyetlerin içinde ele alınmış bir konu olmuştur. İşletmelerde günümüzde “Personel” faaliyetinin “İnsan Kaynakları” boyutunu almasıyla öğrenme ve eğitim birbirinden ayrılmıştır.Şüphesiz ki eğitim faaliyetlerinin içinde öğrenme olgusu vardır ama burada ki öğrenme kişisel bir öğrenmedir. Öğrenen Organizasyonlarda ise öğrenme işi kişisellikten ziyade organizasyonun tamamını kapsamaktadır. Bu organizasyonlarda kişiler öğrendiklerini çevrelerinde bulunan kişilere paylaşmaktadırlar.
Öğrenen Organizasyon tanımını yapacak olursak:
“İş görenlerin arzu edilen sonuçları elde edebilmeleri için kapasitelerini genişletebildikleri ve ortak bir vizyon oluşturmak suretiyle öğrenmeyi bireysellikten organizasyonun tamamına yaydıkları ve bunu gerçekleştirebildikleri organizasyonlardır”
Öğrenen organizasyon adı altında gelişen kavram ve uygulamalar büyük ölçüde bir bütün olarak şirketlerin rekabet güçlerini arttıracak tarzda bilgi yaratma ve kullanma yeteneklerinin geliştirilmesine yönelmiştir. Çünkü bilgi çağında rekabet etme gücünü arttıramayan şirketler kısa sürede yerlerini kaybedecekler ve pazardaki yerlerini başka şirketlere kaptıracaklardır. Öğrenen organizasyonlarda ideal olarak kurumdaki konumu,mevki yada hizmet süresi ne olursa olsun her birey öğrenme yoluyla sürekli olarak kendini geliştirecektir. Yani her gün bir önceki güne göre daha iyi olmaya çalışacaktır. Öğrenen Organizasyon kavramı 1990 yılında Pete SİNGE’nin “The Fifth Discipline” adlı eserinde ilk olarak görülmüştür. Bu kadar kısa bir sürede işletmelerde bu kadar popüler olmasının nedeni ise toplumların sanayi toplumundan hızla bilgi toplumuna geçmesidir. Bilgi ise işletmelerin ve toplumların gelişmesinde temel faktör olmuştur. Belirsizliklerle dolu ve belirsizliğin hakim olduğu durumlarda şirketlerin elindeki BİLGİ şirketler için en büyük silah olmuştur. Çünkü böyle piyasalarda pazar unsurları sürekli değişmekte,yeni teknolojilerin çok kısa aralıklarla değiştiği , ürünlerin çok kısa sürede demode olduğu , rakiplerin hızla çoğaldığı bir pazarda işletmenin hayatta kalabilmesi için yapması gereken, yeni bilgiler geliştirip bu bilgiyi organizasyonunun tamamına yayması, bu bilgiyi çok kısa sürede uygulaya bilmesi ve yeni ürünler üretebilmesine bağlıdır. İşletmelerinin bunu başarabilmeleri için organizasyonlarının Öğrenen Organizasyon olması gerekmektedir. Başka bir ifade ile Öğrenen Organizasyon : İşletmelerin, sürekli olarak yaşadıkları olaylardan çıkarabildikleri sonuçlar ile çevre şartlarına kendilerini uydurabilmeleri, personellerini çevre şartlarına göre geliştirici bir sistem


kurabilmeleri ve bu sistem sayesinde sürekli değişen ve kendini yenileyen dinamik bir organizasyon olmasını ifade etmektedir.
Öğrenen Organizasyonların diğer organizasyonlardan farkı ise :
a) Öğrenme olayı insanların yaptıkları her şeyin içine dahil edilmiştir.
b) Öğrenme anlık bir olay değil bir süreçtir
c) Bireyler kendilerini geliştirirken kurumlarını da değiştirirler.
d) Kurum kendisinden de bir şeyler öğrenir çalışanlar kurumu yenilikler konusunda eğitirler.
e) Öğrenen Organizasyonlarda bireyler yaratıcıdır bireyler kurumu yeniden yapılandırırlar.
f) Öğrenen organizasyonların bir parçası olmak bireylere keyif ve heyecan verir.
Öğrenen organizasyonların diğer bir farkı da çalışanların işletmelerinin ticari yönü konusunda da bilgi sahibi olmalarıdır. Bireyler kurumlarının satış hedefleri , pazarlama planları, finanssal raporlar gibi konularda da bilgi sahibidirler. Öğrenen Organizasyonlarda bu bilgiler, sadece yönetici kadronun değil tüm iş görenlerin bilmesi gereken bilgilerdir. Öğrenen Organizasyonların en büyük ihtiyacı kendi kendini yönetebilen insanlardır. Çünkü işletmelerde bilgiyi öğrenen ve onu organizasyona yayan insanlara ihtiyaç vardır.
Öğrenen organizasyonlar incelendiğinde
a) Bilginin , ilişkilerin ve sezgilerin yaratılması ve geliştirilmesi
b) Geliştirilen bu bilginin organizasyon mensuplarınca paylaşılması
c) Paylaşılan bu bilginin kullanılması şeklinde bir süreç ortaya çıkmakta ve bu süreç sonunda öğrenen organizasyonların bazı yetenekleri gün yüzüne çıkmaktadır.
Bu yetenekleri 5 başlık altında toplayabiliriz;
1-) Sistematik Çözüm Üretme: Bu yetenekte karşımıza organizasyonda sürekli data toplama , sorunları analiz etme , istatistik yöntemleri kullanarak datayı düzenleme ve yorumlama çıkmaktadır. Bu yetenek Toplam Kalite Yaklaşımının önemli bir boyutudur.
2-) Yeni Yaklaşımlar Deneme: Yeni bilgileri test etme , deneme ve sonuçlarını tartışmaya açık olmasıdır.
3-) Geçmiş Deneylerden Öğrenme: Başarılı veya başarısız her tecrübenin sistematik olarak analiz edilmesi , nedenlerinin bulunması ve ulaşılan sonuçların kullanılmasını kapsar. Bu yetenek 2 no’ lu yetenekle ilişkilidir.
4-)Bu İşi En İyi Yapanların Tecrübelerinden ve Başkalarından Öğrenme: Bu yetenek Benchmarking (kıyaslama) ile ilgilidir. Kıyaslamayı günlük yaşamının parçası yapmış organizasyonlar örenen organizasyonlardır.
5-) Bilgini Hızlı ve Etkin Bir Şekilde Kullanılması: Geliştirilen bilginin tüm ilgililerce paylaşılmasını sağlama ve üretilen mal ve hizmetlere aktarabilme yeteneğidir.

Hazırlayan : İhsan Hakan SELVİ

Kaynaklar:
Prof.Dr. M. Şerif Şimşek
Prof.Dr. Tamer Koçer